- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Siyasal İslam,
İslami kaide ve kuralları siyasal olarak yorumlayan ve bu kuralları topluma
siyasi bir şekilde yansıtan bir düşüncedir. Devlet yönetiminde İslami
unsurların varlığını ifade eder. Şerif Mardin’e göre İslamcılık, 19. Yy.’da Hindistan’da
ve Osmanlı Devleti’nin merkezinden uzak noktalarında şekillenen ve
özelliklerini kazanan, 1870’lerden sonra merkezi devlet bünyesinde etkisini
gösteren fikirsel bir akımdır.
Siyasal İslam,
19. Yy.’da batı ile İslam toplumları arasında artan etkileşim ve İslam
toplumlarının batı karşısında uğradığı savaş yenilgileri neticesinde ortaya çıkmış
ve devleti kurtarma gayesi ile filizlenen bir düşünce akımı olmuştur. Osmanlı
İmparatorluğu döneminde de özellikle Tanzimat ve Islahat Fermanları
dönemlerinde Batı’ya olan tepkinin bir yansıması olarak ortaya çıkan İslamcılık
akımı, İmparatorluğun parçalanmasını önlemek amacıyla bir kurtuluş misyonu
üstlenmiştir.
Cumhuriyetin
kurulması ile birlikte rejimin laik uygulamaları ve sert yaptırımları nedeni
ile kamusal alandan uzaklaştırılan siyasal İslam buna bir tepki olarak tarikat
ve cemaatler içinde merkezden uzak alanlarda varlığını sürdürmüştür.
Çok partili
hayata geçiş ile beraber siyasal ortamın genişlemesi ardından 1961 Anayasasının
getirmiş olduğu özgürlükçü ortam İslami ideolojilerin gelişmesine de imkân
sağlamıştır. Bu süreçte siyasal İslamcı parti denemeleri gerçekleşmiş en
nihayetinde 1970 yılında ilk kez İslami referanslara sahip Milli Nizam Partisi
parlamentoda temsil olanağı bulmuştur. Bu oluşumla beraber ortaya çıkan Millî
Görüş geleneği Türk siyasetinde ana akım siyasal İslam’ın toplanıp,
örgütlenerek faaliyetlerini sürdürdüğü temel bir çatı misyonunu üstlenmiştir. Türk
siyasetinde milli görüş geleneğinin gelişip güçlenmesinde neoliberal
politikaların benimsenmesi, SSCB’nin yıkılması ve sağ-sol çatışmasının güç
kaybetmesi de etken olmuştur. Millî Görüş çizgisi ise ilerleyen dönemde 28 Şubat
süreci ile bölünerek gelenekçiler ve yenilikçiler olarak iki kanada
ayrılmıştır. Yenilikçiler kanadının oluşturduğu Adalet ve Kalkınma Partisi ise
kendisini demokratik muhafazakâr bir parti olarak tanımlamıştır.
Osmanlı ve
sonrasında Türkiye siyasetinde siyasal İslam, içinde bulunduğu dönemin şartları
ve olaylarından da etkilenerek değişim ve dönüşümlere uğramıştır. Ana
birleştirici unsuru din olan bir imparatorluktan, sekülerleşmeye çalışan bir
cumhuriyete, rejimi kuran ve şekillendiren kurucu kadronun tek parti iktidarı
ile ülkeyi yönetmesinden, çok partili döneme, rejimi koruma garantisi ile
yapılan askeri darbelere kadar yaşanan gelişmeler siyasal İslam’ı da doğrudan
ya da dolaylı yoldan etkilemiştir. Yaşanan bu toplumsal ve siyasal her değişim
ve dönüşümde siyasal İslam da şekillenerek değişip evrimleşmiştir.
Osmanlı
İmparatorluğunda İslam, devletin kuruluşundan itibaren politik bir unsur olarak
var olmuştur. Zira Osmanlı’da kanunlar ferman ile ortaya konur, kanunların
şeriata uygunluğunu belirten bir ifade ferman da yer alırdı. Resmi olarak İslamcılık padişah Abdülaziz
döneminde ortaya çıkmıştır. Siyasal İslamcılık ittihad-ı islam adıyla 1870’ten
sonra Osmanlı devlet düşüncesinde yer bulmuş bir siyasi akımdır. Siyasal İslam’ın
belirgin bir siyasal araç olarak kullanılması ise II. Abdülhamit dönemine
rastlar. Özellikle bu dönemden sonra padişah, sultan, hükümdar gibi ifadelerin
yerine Halife’nin kullanımı yaygınlaşmıştır.
Siyasal İslam’ın
Osmanlı’da filizlenmesi 1789 Fransız ihtilalinin ortaya koyduğu milliyetçilik
akımının tesirlerine dayanır. İmparatorluğun güç kaybetmesi üzerine 1839
Tanzimat ve 1856 Islahat Fermanları ilan edilmiştir. İslami kesimin tepkisini
çeken bu fermanlar getirdiği yeniliklerden ziyade İslami gelenek ve kurallara
uygun olup olmamaları yönünden tenkit edilmişlerdir. İlgili dönemde Osmanlı Devleti
milliyetçilik akımlarının tesiri ile toprak kaybına ve batı karşısında
yenilgilere uğramıştır. İşte böyle bir ortamda imparatorluğun parçalanmasına
çare olarak Osmanlıcılık akımı doğmuştur. İmparatorluk sınırları içerisindeki
tüm farklı dini ve etnik unsurları “Osmanlılık” çatısı altında eşit saymayı
hedefleyen bu ideolojinin kurtarıcı bir rol üstlenememesi üzerine devlet erki
ve aydınların düşünce pratiğinden çıkmış yerini İslamcılık fikrine bırakmıştır.
Müslüman unsurları ve toprakları bir arada tutmayı amaçlayan İslamcılık
ideolojisinin de imparatorluğun dağılmasını engelleyememesi üzerine yerini
Türkçülük/milliyetçilik akımı almıştır.
Kurtuluş
savaşı sırasında ise İslamcılık, mücadelenin temel mihenk taşı olmuştur.
Anadolu’nun paylaşılmasına karşı verilen mücadelede halkı birleştirici bir
unsur olarak milliyetçilik ve yurtseverlik yanında dinsel faktörler de
kullanılmıştır. Mustafa Kemal, Hoca, Şeyh gibi dini figürleri birleştirici ve
kapsayıcı figürler olarak kullanmaktan çekinmemiştir. İstiklal Savaşı süresince
devam eden bu birliktelik Cumhuriyetin kurulması ile kesintiye uğramıştır.
Cumhuriyet rejiminin dinin siyasal bir araç olarak kullanımını tasvip etmeyen
ve engelleyen politikalar ve reformlar uygulaması bir anlamda İslam’a karşı
yapılmış bir hamle olarak değerlendirilmiştir.
Millî
Mücadelenin kazanılmasından kısa bir süre sonra bu mücadeleyi yürüten önder
kadronun da içinde yer aldığı Halk Partisi kuruldu. Ardından seçimler
yenilenerek meclis içerisindeki farklı ve muhalif sesler tasfiye edildi. Parti 27
yıl kesintisiz olarak iktidarda kalacağı tek parti dönemini de başlatmış
oluyordu. 29 Ekim 1923’de Cumhuriyetin ilanı ile yeni bir rejime geçilmişti.
Siyasal İslamcılar yönetim şekli cumhuriyet olsa da halifelik kurumunun
varlığını bir denge unsuru olarak değerlendiriyorlardı. Feroz Ahmad bu durumu
“manevi güçleri olan halifenin devletin başı olarak yönetimde kalması
gerektiğini ve mecliste geçen yasaları onaylayarak İslam’ın yasası olan şeriat
ilkelerinin ihlal edilmeyeceğini düşünüyorlardı” şeklinde yorumlamaktadır. Ancak
Mustafa Kemal’in hazırlıklarını tamamladıktan sonra meclise gönderdiği kanun
teklifi ile 04 Mart 1924 tarihinde halifelik kaldırılmış, halife ile hanedan
mensupları sürgüne gönderilmiştir.
1924 yılında
inanç ve ibadetle ilgili işlerin resmi olarak yürütülmesi gayesi ile
Başbakanlığa bağlı bir kurum olan Diyanet işleri Başkanlığı kurulmuştur. Bu
kurum ile birlikte din işleri devletin denetimi altına alınmış oluyordu. Cumhuriyetin
kurulması ile İslam yeniden tanımlanıyordu. Din artık kişi ile Allah arasında
bir ilişkiye indirgenmişti. Bu yüzden din, devletin denetimi ve gözetimi altına
alınmış, izlenen politikalarla devlet İslami kurumlara doğrudan müdahale
edebilir konuma gelmişti. Müftü, hatip, imam gibi din adamları ise diyanete
bağlı memurlardı.
Cumhuriyet
rejimi artık dinin yerine milliyetçi ideolojiyi koyarak ümmet kimliğini
unutturmaya çalışıyordu. 1920-1928 yılları arasında sadece saltanat ve hilafet
kaldırılmıyor ayrıca Şeriye ve Evkaf Vekaleti kaldırılarak, Şeriye
mahkemelerinin görevlerine son verilip tekke ve zaviyeler de kapatılıyordu.
1926 yılında Medeni Kanun’un kabul edilmesi ile İslam şeriatının aile ve birey
ile ilgili kuralları da ortadan kaldırıldı. 1937 yılında ise laiklik Anayasaya
değiştirilemez ilke olarak eklenerek hukuksal alt yapı da tamamlanmıştır.
Cumhuriyetin
kurucu kadrolarının Batıcı ve laik düzenlemeler ile Osmanlı devletinden
devralınan sistemi köklü bir şekilde değişime uğratmaları İslamcı çevrelerde
“dinden sapma” olarak değerlendirilirken bir grup aydın da düzenlemelerin
aşırıya kaçtığını düşünüyordu. Aydınlar, cumhuriyete karşı olmamakla beraber
rejimin kültür politikalarını eleştiriyorlardı. 1924 yılında bu muhalif sesler
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının çatısı altında toplandı. Rauf Bey, Kazım
Karabekir, Ali Fuat Cebesoy Fırkanın kurucu kadrosunda idi. Parti, programına
koyduğu 6. Maddede dini inanç ve düşüncelere saygılı olduğunu belirtmiş ve bu
durum Halkçı partinin eleştirilerine neden olmuştu. Bu sırada meydana gelen
Şeyh Sait isyanı, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ile ilişkilendirilmiş, İcra
vekilleri heyetinin kararı ile parti kapatılmıştır. Bu kargaşayı fırsat bilen
iktidar çıkardığı Takrir-i Sükûn Yasası ile muhalif tüm sesleri susturma yoluna
gitmiştir.
Bu olaylardan
sonra tek parti, düzen içindeki yerini daha sağlam ve sistemli bir hale
getirmiş, kendine muhalif tüm sesleri susturduğu için herhangi bir zorlukla da
karşılaşmamıştır. Cumhuriyet Türkiye’sinin batılılaşma politikaları ve
laikleşme adına İslamiyet geçmişinden uzaklaştırılması toplum içerisinde
ayrışmaları da beraberinde getirmiştir. Mardin, çağdaşlaşma yönündeki
değişmenin laikliği getirdiği oranda dini, toplumsal ve bireysel yaşamın dışına
çıkardığı böylece de bireyleri bir arada tutan harcı yok ettiği kanaatindedir.
Siyasal İslam’ı
saran bu kıskaç 1946 yılına kadar devam etmiştir. 1945 yılı ile birlikte
liberal düşüncelerin etkisi ve batı dayatmalı baskılar ile Türkiye’de çok
partili hayata geçilmiştir. 1945 yılında meclisteki açılış konuşmasında İsmet
İnönü’nün muhalefet partilerinin kurulmasının gerekliliği üzerine yaptığı
konuşma akabinde Milli Kalkınma Partisi kurulmuştur.
1945’li
yıllardaki demokratikleşme girişimleri Cumhuriyet Halk Partisinin de bu
rekabetçi siyasi atmosfer içerisinde mevcut politikalarında esnemeye gitmesine
neden olmuştur. Halk ile arasındaki mesafeyi kapatmaya çalışan Cumhuriyet Halk
Partisi, dini politikalarında bazı tavizler verme yoluna gitmiştir. Bunun
üzerine Millî Eğitim Bakanlığı ilkokulların programına yeniden, seçmeli din
dersi koymuş, imam hatip eğitimi için kurslar düzenlenmiş, türbeler ziyarete
açılmış, hac için gerekli döviz verileceği açıklanmıştır.
Tek parti
döneminin sert politikaları ve baskıcı uygulamaları nedeni ile merkezden uzak
yeraltına çekilen siyasal İslam, tarikatlar üzerinden birbirleri ile olan
bağlarını sürdürmeye çalışmıştır. Çok partili hayata geçiş ile birlikte siyasal
İslamcı unsurlar da siyaset sahnesinde görünür olmaya başlamış ve doğaları
gereği sağ partilere yönelmişlerdir. 1945-1950 yılları arasında İslami
geleneğin en önemli temsilcisi Millet Partisi idi. Ancak ciddi bir muhalefet
sergileyememiştir. Milli Nizam Partisi kuruluncaya kadarki dönemde bir diğer
islami kimlikli parti İslam Demokrat Partisi olmuştur. Ancak o da kuruluşundan
kısa bir süre sonra kapatılmıştır.
1950’de
Demokrat Parti’nin iktidara gelmesi toplum üzerindeki devlet baskısını
yumuşatmıştır. Bu durum İslami ideolojiye de daha rahat hareket alanı
sağlamıştır. 1950 de iktidar değişimi ile birlikte diğer muhalif kesimler gibi
tarikat ve cemaatler de Demokrat Parti etrafında toplanmıştır. Böylelikle
Demokrat Parti, toplumdaki bastırılmış ve ihmal edilmiş kesimleri konsolide
ederek yeni bir dönemi başlatıyordu.
Demokrat Parti
iktidara geldikten sonra Cumhuriyet Halk Partisinin son dönemlerinde başlattığı
dini alana dönük düzenlemeleri genişleterek devam ettirmiştir. İlk icraatı ise
ezanın Arapça okutulması olmuştur. Ardından radyo programlarındaki dini yayın
yasağı kaldırılmış, ezan radyodan da yayınlanır olmuştur. Din dersleri zorunlu
hale getirilikten, imam hatip okulları da eğitim sistemi içerisine dahil
edilmiştir.
Demokrat
Partinin dine karşı bu politikaları bir süre sonra suistimal edilmiş parti
içerisindeki bireysel söylemler olayların boyutunu değiştirmiştir. Özellikle
1952’de Vatan Gazetesi yazarı Ahmet Emin Yalman’a düzenlenen silahlı saldırı
sonrasında DP İslami gelişmelere sessiz kalma tavrından vazgeçmiş laikliği
sahiplenici tavır takınarak dinin siyasete karıştırılmasını önleyici yasal
düzenleme yapma gereği duymuştur. Bunun üzerine 1953 yılında Vicdan Hürriyetini
Koruma Kanunu çıkarılmış, 1952’de İslam Demokrat Partisi kapatılmıştır.
1950’li
yıllarda CHP ile DP arasındaki diyaloglarda da İslamcı kavramların sıkça
kullanıldığı dikkat çekmektedir. Bu durum İslamcı düşünceyi bir propaganda
aracı haline getirmekle birlikte islamcı grupların kendilerine sağ partilerde
yer bulmasına zemin hazırlamıştır.
1950’lerde
siyasal İslam’ın oluşmaya başlamasında ABD’nin de rolü olduğu savı bir diğer
görüştür. ABD’nin dış siyaseti gereği Türkiye ile yakın ilişki içerisinde
olmasının nedeni Sovyet istilası ve kominizim tehlikesi idi. Türkiye’de İslam’ın
siyasallaşması toplumdaki kominizim sempatizanlığını engellemede önemli bir
araç olabilirdi. Bu düşünce ile ABD’nin Yeşil Kuşak Doktrini adı ile İslamcı
grup ve toplumları desteklemesi bu grupların ilerleyen yıllarda partileşerek
siyasette yer edinmelerinde bir etken olmuştur.
1950‘ler
boyunca süren DP iktidarı 27 Mayıs 1960 darbesi ile sonlandırıldı. Darbe
sonrası oluşturulan Milli Birlik Komitesinin İslami yükselişe karşı bir engel
oluşturacağı düşünülmüş olsa da fiiliyatta bu durum gerçekleşmemiştir. Milli
Birlik Komitesi, İslam’ın Türk toplumundaki yerinin bilincinde olarak hareket
etmiş, tek parti iktidarının sert uygulamalarından kaçınmış, devlet denetimine
ve değişime karşı gelmeyecek bir İslami anlayışın oluşmasına çalışmıştır.
Askeri yönetim bu dönemde imam hatipler ve kuran kurslarının yeniden
düzenlenmesi dışında herhangi bir kurumsal düzenlemeye gitmemiştir. Ayrıca DP
döneminde gelişim gösteren, siyasal olmayan İslam’a da hoş görü ile
yaklaşmıştır.
Darbe dönemi
sonrasında hazırlanan 1961 Anayasası 2. Maddesinde laikliği devletin temel
niteliklerinden biri olarak kabul ederken 19. Madde de herkesin din ve vicdan
özgürlüğüne sahip olduğunu belirtiyor, böylece devletin temel yapısının,
belirli bir dinin kurallarına göre düzenlenmesini yasaklıyordu. 1961
Anayasasının özgürlükçü yapısı siyasal İslam’ı engellemek yerine İslamcı
düşünceyi savunan siyasi hareketlerin oluşmasına imkân sağlamıştır. Nitekim
1960’ların sonuna doğru önce Milli Nizam sonra da Milli Selamet Partisi ile
siyasal yaşama daha aktif olarak katılacaklardı.
1950’li yıllar
İslamcı hareket için dönüm noktasıydı. Bulaç bunu 3 önemli sebebe
dayandırmaktadır. Pakistan’ın 1947’de Müslüman bir ulus devlet olarak
kurulması, Pakistan devriminden ilham alarak Mısır’da Müslüman kardeşlerin
ortaya çıkması ve geçmişte hilafetin merkezi olan Türkiye’de çok partili hayata
geçilmesi. Buna eklenecek dördüncü bir neden ise 50’li yıllarda modern
kentlerin gettolarına göç eden kitlelerin sayısındaki artıştır. Bu kitlelerin
yönelimi ve talepleri İslamcı hareketin şekillenmesinde etkili olmuştur. Bu
kesim köylü Müslümanlığı şehirlere taşırken, kendi aralarındaki cemaatleşmenin
oluşturdu tarikatlar ise modern şehir hayatından kaçanların toplandıkları
mekanlar haline gelmiştir. 1950’lerde toplumsal hareketlilik bu yönde
gelişirken siyaset düzleminde Demokrat Parti etrafında toplanan siyasal İslam,
1960 darbesinden sonra Demokrat partinin devamı olarak değerlendirilen ve 1961
yılında kurulan Adalet Partisine yönelmiştir. 1960’lar boyunca devam eden bu
yönelim, Adalet Partisinin Demokrat Partiden farklı olduğunun anlaşılması ile
60’ların sonunda İslamcıların bağımsız bir siyasal hareketi başlatmaları ile
neticelenmiştir.
Türkiye 1969
yılında seçimlere giderken, Türk siyasi hayatına yeni bir siyasi anlayış ve
düşünceyi getirmeyi amaçlayan siyasal İslamcılar da bu seçimlere, kendi
partileri ile girmeyi hedeflemişler ancak gereken örgütlenmeyi
sağlayamamışlardı. Bunun üzerine bağımsız ya da sağ partiler nezdinde seçime
katılma kararı alındı. İlerde Millî Görüşün lideri olacak olan Necmettin
Erbakan Konya’dan Adalet Partisine aday adayı olarak başvurmuş ancak Süleyman
Demirel tarafından veto edilmişti. Bunun üzerine bağımsız olarak seçime giren
Erbakan, 1969 seçimleri ile meclise girmeyi başarmıştır. Ve hemen akabinde 26
Ocak 1970 tarihinde Milli Nizam Partisi kurulmuştur. Parti, basın ve kamuoyu
nezdinde Türkiye’de yasal yollar ile İslam’ın destekçisi olarak tanımlanmıştır.
Parti çatısı altında siyasal İslamcı aydınlar, tarikat mensupları, dinin
toplumsal hayata hâkim olmasını isteyen toplumsal taban, cumhuriyet rejiminin
dışladığı etnik unsurlar ve kökten dinci yapılanmalar toplanmıştır. Parti
tabanını taşralı küçük işletmeler ve tarikatlara bağlı muhafazakar kesimler
oluşturmakta idi. Parti programı ve söylemlerinde faizsiz düzen, ahlak ve
maneviyat, İslam ortak pazarı , Siyonizm ve Masonluk karşıtlığı yer alıyordu.
MNP her ne
kadar İslami bir parti olarak nitelendirilse de söylemlerinde hep çekingen
davranmıştır. Buna rağmen laikliğe açıkça saldırmaktan çekinmemiştir. Parti
programında laiklik için, laikliği, din aleyhtarlığı şekline dönüştüren her
türlü anlayışa karşıyız, şeklinde bir ifade kullanılmıştı. Mevcut yasalar
nedeni ile İslami kimliğini açıkça sergilemekten kaçınan MNP, İslami sistemin
taraftarı olduğunu ve bu sistemi nasıl kuracağını, üstü kapalı söylemlerle de
olsa ifade etmekten çekinmemiştir.
MNP Türkiye’de
bağımsız bir İslami hareketin küçük ama ilk temsilidir. 12 Mart 1971
müdahalesinin hemen sonrasında Anayasa mahkemesi kararı ile 20 Mayıs 1971
tarihinde kapatılmıştır. Kapatılana kadar Türk siyasi hayatında önemli bir rol
oynamasa da siyasal İslamcı partilerin ilk tecrübesi olarak tarihteki yerini
almıştır. Partinin kapatılmasından sonra Necmettin Erbakan İsviçre’ye
gitmiştir. Akabinde İslamcı tabandan gelen baskılar neticesinde 11 Ekim 1972
tarihinde Milli Selamet Partisi kuruldu. Partinin ilk genel başkanlığını
Süleyman Arif Emre yapmıştır. MSP’nin kuruluş çalışmaları içinde yer alan
Necmettin Erbakan, partiye 1973’ün mayıs ayında resmen katılmış, 20 Ekim 1973
tarihinde de parti genel başkanı olmuştur.
Millî Görüş
kavramı da Milli Selamet Partisi ile birlikte temellenip ortaya çıkmıştır.
Erbakan’ın dindar kişiliği ve milliyetçi tavrını ifade etmektedir. Ortak Pazara
karşı çıkıp, İslam dünyasına açılımı savunan MSP amaçlarının maddi ve manevi
kalkınmayı sağlamak olduğunu belirtir. Osmanlı’nın çöküşünü, batılılaşma hedefi
ile İslam’ın reddedilmesine bağladığından, büyük Türkiye’nin de ancak İslam
uygarlığına dönmekle sağlanabileceğini iddia etmektedir.
Milli Selamet
Partisi kuruluşundan bir yıl sonra 14 Ekim 1973 tarihinde yapılan genel
seçimlere katılarak oyların %11,8’ini aldı. 48 milletvekili ile meclise girmeyi
başaran MSP senato seçimleri sonucunda da 3 senatörlük kazandı. 1973 seçim
sonuçları tek bir partinin iktidarına imkân vermeyince Türk siyasi tarihinde
ilke kez “siyasal İslam” koalisyon ortağı da olsa iktidara gelmiş oluyordu. 26
Ocak 1974 tarihinde CHP – MSP koalisyonu fiilen kuruldu. Bu, İslam ile
demokrasinin birbirleri ile uyumlu olup olmayacağının da bir anlamda deneyi
idi. Bu koalisyon ile Erbakan devlet bakanı ve başbakan yardımcısı olurken, Türkiye
ise siyasal İslam’ın kadroları ile tanışıyordu. MSP’nin koalisyon hükümetindeki
imajı İslam ahlakı, Osmanlı mirası, vicdan özgürlüğü ve Türkiye ekonomisinin
hızlı sanayileşmesi yoluyla gelişmesi idi.
CHP-MSP
Koalisyonu derin fikir ayrılıkları nedeni ile uzun soluklu olamadı. İlk çatlak
15 Mayıs 1974 tarihinde Af Kanunu yüzünden çıktı. “Solcuların affına hayır”
diyen 20 MSP Milletvekili, Erbakan’a muhalefet etti. Ardından 20 Temmuz 1974
tarihinde Kıbrıs Barış Harekâtı gerçekleşti. Kıbrıs Harekatının toplum nezdinde
yarattığı olumlu atmosferden kendilerine pay çıkararak tek başına iktidar olma
hevesine kapılan CHP ve MSP 19 Ekim 1974 tarihinde koalisyonu bozdu.
Hükümetin
istifasının ardından olası bir erken seçimi engellemek amacıyla sağ partiler
bir araya gelerek 1975’te Birinci Milliyetçi Cephe hükümetini kurdular. MSP bu
koalisyon içerisinde de yer aldı. Daha sonra meclisin 05 Haziran 1977’
tarihinde erken seçim kararı alması ile bu koalisyon hükümeti de son bulmuştur.
1977 Genel
seçimlerinde Nurcuların AP’yi desteklemesi ve bir kısım İslami kesimin
oylarının MHP’ye kayması neticesinde MSP’nin oyları % 11 ‘den % 8’e
gerilemiştir. Seçim sonrasında CHP’nin azınlık hükümeti kurma girişimlerine
karşı Demirel, “Milliyetçi partiler topluluğu iktidarı sola teslim etmemeli”
diyerek, İkinci Milliyetçi Cephe koalisyonu kumuş ve MSP bu koalisyonda da
yerini almıştır.
Bu dönemde İmam hatip ve kuran
kurslarının sayısı artarken İslam dünyası ile ilişkiler de çoğalmıştır. Diyanet
kadroları arttırılmış, hac kotaları kaldırılmış, okullara zorunlu ahlak dersi
konularak derslerin din görevlileri tarafından verilmesi kararlaştırılmıştır.
Tatil günü olarak cumanın talep edilmesi, Osmanlı hanedan üyelerine Türk
vatandaşlığına geçiş hakkının verilmesi talepleri de bu döneme rastlar.
MSP koalisyon
döneminden sonra muhalefette olduğu zamanlarda da söylemlerini gittikçe
sertleştirmiştir. Alenen şeriata dayalı devlet kurma taleplerini, dinsiz
devletin yıkılacağı söylemlerini dile getirir olmuşlardır. 06 Eylül 1980
tarihinde Konya’da düzenledikleri mitingde Erbakan, Türkiye’de İslam’ın daha
etkin bir şekilde yaşanması gerektiğini savunuyordu. Yaklaşık 100 bin kişinin
katıldığı Konya mitinginde “Şeriat isteriz” sloganları atılmış, Türk bayrakları
indirilerek yerine yeşil bayraklar açılmıştır.
MSP gerek söylemleri
ve parti programı, gerekse partiyi oluşturan yönetici kadrosu ve arkasına
aldığı cemaatler ile siyasal İslam’ın partisi olma özelliğini taşıyordu. 70 li
yıllar boyunca islamın büyük ölçüde siyasallaşmasında, Milli Selamet Partisinin
bu yıllar boyunca koalisyon hükümetlerindeki varlığı önemli bir etken olmuştur.
12 Eylül 1980
tarihine gelindiğinde yaşanan askeri darbe sonrası diğer partiler gibi MSP’de
kapatılmıştır. Hatta müdahalenin gerekçeleri arasında darbeden 6 gün önce
MSP’nin Konya’da gerçekleştirdiği miting de gösterilmekteydi. Erbakan ve diğer
parti yöneticileri sıkıyönetim mahkemelerinde yargılanmış ve 1985 yılında
beraat etmişlerdir.
1980 Askeri
darbesini gerçekleştiren kadro, toplum nezdinde elde etmek istediği meşruiyeti
din ögesi üzerinden sağlamaya çalışmıştır. Kenan Evren, darbe sonrasındaki
konuşmalarında dine ve Kuran’a referans vererek İslami ve milli değerlerin
birliğini vurguluyordu. Nitekim 12 Eylül darbesinin en önemli ürünü de “Türk
İslam Sentezi” olmuştur. Darbe sonrasında siyasetten, kültüre, eğitimden, idari
yapıya tüm alanlar bu ideoloji ekseninde biçimlendirilmiştir. Kenan Evren
yaptığı miting konuşmalarında dini motifler kullanmaktan çekinmemiştir. 19 Ekim
1981 tarihinde okullarda din dersi zorunlu hale getirilirken, imam hatip
liselerinin ve öğrencilerinin sayısı arttırıldı. 1983 tarihinde imam hatip
lisesi çıkışlılara üniversitelerin her bölümüne girme hakkı tanındı. Böylece
din eğitimi, meslek okulu olmaktan öte alternatif bir eğitim sistemi haline
getirildi. Tüm bu gelişmeler cemaatlerin toplum içerisindeki görünürlüğünü ve
etkinliğini arttırarak tüm alanlarda belirleyici bir rol üstlenmelerini
sağladı. Buna bağlı olarak muhafazakarlığın güçlenmesinin de önü açılmış oldu.
Darbe
sonrasında demokratik düzene yeniden dönüş girişimleri neticesinde 1983 yılında
yeniden siyasi partiler kurulmaya başlamıştır. Kurulan partilerin çoğu seçim
öncesinde MGK’dan veto yerken bir tek Turgut Özal’ın partisi ANAP bu engeli
aşabilmiştir. Parti, İskenderpaşa Dergahından da destek görüyordu. Dergâha
bağlı bir Nakşi olan Özal, MSP tabanından da kabul görmekte idi. Hatta aynı yıl
içerisinde kurulan ve MSP ‘nin devamı niteliğindeki Refah Partisi, ANAP
içerisindeki İslamcı kadroları kendi çatısı altına çekmeyi başaramamıştı.
12 Eylül
darbesinin siyasi partileri kapatması, parti liderleri ve önde gelenlerinin de
siyasi yasaklı olması 1990’lı yıllara kadar Türk siyasetinde, Turgut Özal
liderliğindeki Anavatan Partisinin faaliyet göstereceği bir döneme girilmesine
neden olmuştur. Bu dönem, siyasal İslam’ın da gelişmeye devam ettiği bir
dönemdir. 1983 yılında kurulmasına rağmen MGK vetosu nedeni ile seçimlere
katılamayan Refah Partisi 1987 yılında siyasi yasağı kalkan Necmettin Erbakan’ı
kongre ile parti başına getirmiştir. Böylece Erbakan yeniden milli görüş
hareketinin başına geçmiş oluyordu. Aynı zamanda parti, 1987 yılında katıldığı
yerel seçimlerde aldığı %3,75 oy oranı ile yeniden siyaset sahnesine çıkmıştı.
Zamanla toplumsal tabanını arttırarak güçlenen Milli Görüş hareketi, 1991 erken
seçimlerinde %16’lık oy oranı ve 1994 yerel seçimlerindeki seçim zaferi ile
siyaset alanındaki etkinliğini gittikçe arttırmıştır.
Türkiye’de 80
sonrasında İslamcılığın yükselişinde dış faktörlerin de etkisi gözden
kaçırılmamalıdır. Özellikle soğuk savaş döneminde sol kutbun materyalist
yaklaşımına karşı Batı’da dini değerler ön plana çıkmıştır. Bu dini yükseliş
pek çok ülke gibi Türkiye’yi de etkisi altına almıştır. Ayrıca soğuk savaş
sonrasında Balkanlar ve Ortadoğu’daki Türk soydaşları ve Müslüman toplumları
ile yeniden temasa geçen Türkiye, cumhuriyet dönemi öncesine ait Panislamizm ve
Pantürkizm gibi akımları yeniden hatırlayarak bu akımların yeniden güçlenmesini
sağlamıştır.
1987 yılında
siyasi yasağı kalkan ve Refah Partisinin başına geçen Erbakan aynı yıl içinde
yapılan erken seçimlerde barajı geçemese de 1991 yılı genel seçiminde %16 oy
oranı ile büyük bir başarı elde etmişti. Bu seçim dönemi içinde 02 Temmuz 1993
tarihinde yaşanan Sivas katliamı, olayın yaşandığı ilin, Refah partisi belediye
sınırları içerisinde olması nedeni ile siyasal İslam açısından önemlidir.
Ayrıca İslamcı kesimce ortaya atılan laik-Müslüman karşılaştırmasının çıkardığı
kutuplaşmanın neticesinde olması, karşıt grubun din düşmanı gibi görülerek
katledilmeye çalışılması ile hafızalara kazınmıştır.
1994 yerel
seçimleri ise siyasal İslam’ın zaferi olmuştur. İstanbul ve Ankara dahil 28
ilin belediye başkanlığını Refah partisi kazanmıştır. Büyük kentlerin taşralı
sakinleri, şehir hayatına karşı hissettikleri yabancılaşma ve ahlakın
yozlaştığı, dinden sapmaların yaşandığı düşüncesi ile Refah partisine
yönelmişlerdir.
1980
darbesinden sonra Refah Partisi İslam dinini ana politikası yaptığı gibi Türk
siyasetinde de siyasal İslam temel belirleyici haline gelmiştir. 1995 genel
seçimlerinde aldığı %21,38 oy oranı ile birinci olan Refah Partisinin
başarısında ekonomik sıkıntılar, toplumsal muhafazakâr eğilimler ve merkez sağ
partilerin oy kaybı da etkili olmuştur. Necmettin Erbakan liderliğindeki Refah
partisi özellikle İslami hassasiyetleri olan seçmenler, esnaf ve orta sınıftan
geniş destek almıştır.
1995 seçim
sonuçları hiçbir partinin tek başına iktidarına olanak tanımıyordu. Bunun
üzerine önce DYP ile ANAP arasında bir koalisyon kurulmuş ancak uzun soluklu
olmamıştır. 1996 yılında Refah Partisi ile Doğruyol partisi arasında kurulan
Refah-yol hükümeti ile Necmettin Erbakan ilk İslamcı başbakan oluyordu.
Refah Partisi
bu süreçte hem kendi seçmenini memnun etmek hem de iktidarda olmanın verdiği
özgüvenle İslamcılığı siyasal alana daha fazla sokmaya başlamıştır. Dış
politikada batı eksenli yönelimden farklı olarak İslam ülkeleri ile siyasi ve
ekonomik iş birliğini savunmuş, bu yönde İslam ülkeleri ile iş birliklerine
yönelmişti. Bu durum, Türkiye’nin batı ile olan ittifakına zarar vereceği
endişesi ile asker ve lâik kesim tarafından endişe ile izleniyordu. Aynı
şekilde başbakanlıkta verilen iftar yemekleri, kamu kurumlarında türbanlı
çalışanların artması, RP’li belediyelerin alkollü mekanlara ruhsat vermemesi
gibi gelişmeler de siyasal İslami kimliğin öne çıkarıldığı şeklinde yorumlandı.
30 Ocak 1997’de Refah Partili Sincan Belediyesinin düzenlediği Kudüs Gecesi
ertesinde TSK, Sincan’da tankları yürüterek gözdağı verdi. Bu olay, askerin Refah-yol
hükümetine yönelik rahatsızlığını açıkça göstermesi açısından bir dönüm noktası
olmuştur. Ayrıca bazı tarikat ve cemaatlerin devlet içinde örgütlendiği
iddiaları da asker ve laik kesimde kaygı uyandırıyordu.
Tüm bu
gelişmeler üzerine Türk siyasi tarihinde post modern darbe olarak adlandırılan
28 Şubat 1997 sürecine gelinmiştir. 28 Şubat süreci Türkiye’de siyasal İslam’ın
yükselişini kesintiye uğratan önemli bir olgudur. Bu dönemin MGK kararları ile
siyasal İslam hareketi, devleti yıkmaya yönelik hareketler olarak
nitelendirilmiştir. MGK toplantısı sonrasında iktidarda bulunan Refahyol hükümetine
bir dizi öneri görünümünde yaptırım listesi sunulmuştur. Listenin başına halkın
İslamcı eylemlerinin önünün kesilmesiyle birlikte Kemalist reformlara geri
dönülmesi talepleri bulunmakta idi. İrticai faaliyetlerin durdurulmasını
emreden kararlar ile imam hatiplerin etkilerini azaltma, başörtüsü yasağını
sıkılaştırma ve laiklik ilkesinin korunmasını sağlama gibi kararlar alınıyordu.
Ayrıca medya, iş dünyası ve bürokrasiden de hükümete baskı uygulanıyordu.
Artan baskılar
neticesinde Erbakan, 30 Haziran 1997 tarihinde istifa etmiştir. Böylece Refah-yol
Hükümeti sona ermiş, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel yeni hükümeti kurma
görevini ANAP lideri Mesut Yılmaz’a vermiştir. 28 Şubat süreci ile seçilmiş bir
hükümet ordu tarafından direkt olarak el konulmadan sivil güçlerce istifa
ettirilmiş oluyordu. Yeni kurulan hükümet irtica karşıtı uygulamaları yürürlüğe
koymaya başlamıştır. Bu uygulamalarda belirleyici rol MGK Genel Sekreterliği, Başbakanlık
Kriz Yönetim Merkezi ve silahlı kuvvetler içindeki Batı Çalışma Grubu gibi
bürokratik organlar olmuştur.
Türkiye’de
siyasal İslam zaman içinde ideolojik değişim ve dönüşümler de geçirmiştir. Özellikle 1991 seçimleri sonrasında Refah
partisi içinde belirmeye başlayan ayrışma, 1994 yerel seçimleri ile parti
içindeki yenilikçi kanadı temsil eden Recep Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir
Belediye Başkanı seçilmesi ile daha da hissedilir olmuştur. 28 Şubat süreci ise
bu ayrışmayı iyice gün yüzüne çıkaracaktır.
28 Şubat post modern
darbesinden sonra Refah Partisi kapatılma riski ile karşı karşıya idi. Bunu
önceden değerlendiren parti kurmayları 1997 yılında Milli Görüş çizgisinin devamlılığını
sağlamak adına Fazilet Partisini kurdular. 16 Ocak 1998 tarihinde Refah Partisinin
Anayasa Mahkemesi kararı ile kapatılması ve başta Erbakan olmak üzere bazı
yöneticilerin siyasi yasaklı hale gelmesi üzerine, Refah Partisi kadroları,
Fazilet Partisine geçmişlerdir.
1999 genel
seçimlerinin ana gündemi 28 Şubat, siyasal İslam, irtica ve parti kapatılma
tartışmaları idi. Bu seçimlerde Recai Kutan liderliğindeki Fazilet Partisi
oyların %15,41’ini alarak meclise 3. Parti olarak girmeyi başardı. Recai Kutan,
Fazilet Partisinin başına getirildiğinde partilerinin Refah Partisinden farklı
olduğunu ilan ediyor, yeni partinin birinci amacının adil düzen kurmak değil, Türkiye’de
demokrasinin, insan haklarının ve siyasal özgürlüklerin geliştirilmesini
amaçladıklarını vurguluyordu. Buna sebep olarak da son iki yılda yaşadıkları
deneyim sonucunda demokrasinin her şeyden önce geldiği, demokrasi olmadan hiçbir
şeyin gerçekleştirilemeyeceğini öğrendiklerini belirtiyordu.
Recai Kutan,
her ne kadar partilerindeki değişimden söz etse de parti içindeki yenilikçi
kanat bu söylemden ikna olmuş görünmüyordu. Millî görüş çizgisindeki ilk çatlak,
2000’de yapılan Fazilet Partisinin 1. Kongresinde daha da görünür oldu.
Kongrede, yenilikçilerin adayı Abdullah Gül 521, gelenekçilerin adayı Recai
Kutan 633 oy aldı.
Recai Kutan,
her ne kadar Refah Partisinin devamı olmadıklarını belirtse de Anayasa Mahkemesi
22 haziran 2001 tarihinde Fazilet Partisini, Refahın devamı olarak
değerlendirerek kapatmıştır. Fazilet Partisinin kapatılmasından hemen sonra bu
partiden 2 ayrı parti ortaya çıkmıştır. Partilerden biri Erbakan çizgisinde
devam eden gelenekçilerin Saadet Partisi diğeri ise yenilikçilerin öncüsü olan
Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğindeki Adalet ve Kalkınma Partisidir. AKP, 3
Kasım 2002 seçimlerinde oyların %36’sını alarak birinci parti olmayı
başarmıştır. Saadet partisi ise aynı seçimlerde etki gösteremeyerek meclis
dışında kalmıştır. Bugün hala Saadet ve
AKP siyasi yaşamda etkin olup İslami söylemler ile İslamcı kesimin oylarını
almaktadır.
Kaynakça :
Anacık, Talha Oğuz. “TÜRKİYE’DE SİYASAL İSLAMIN TEMELLERİ”. Sahipkıran
Stratejik Araştırma Merkezi - SASAM, 27 Mayıs 2014.
https://sahipkiran.org/2014/05/27/turkiyede-siyasal-islam/.
Ay, Şadiye. “TÜRKİYE’DE SİYASAL İSLAM”. Mevzuat
Dergisi 7, sy 83 (Kasım 2004).
https://www.mevzuatdergisi.com/2004/11a/02.htm.
Çoban, Savaş. “Türkiye’de Siyasal İslamın
Kısa Tarihi”. Bianet, 01 Kasım 2014.
https://bianet.org/yazi/turkiye-de-siyasal-islamin-kisa-tarihi-155563.
Gülşen, Funda. “İSLAMCILIK AKIMININ TÜRK
SİYASAL HAYATINDAKİ İDEOLOJİK EVRİMİ”. Turkuaz Uluslararası Sosyo-Ekonomik
Stratejik Araştırmalar Dergisi 6, sy 1 (2024): (60-83).
Saf, Hacı Hasan. “Türkiye’de Yükselen
Siyasal İslamın Postmodern Nedenleri”. Karadeniz Teknik Üniversitesi
İletişim Araştırmaları Dergisi 3, sy 12 (Temmuz 2016): 104-19.
Türk, Resul. “TÜRKİYE’DE SİYASAL İSLAM’IN
ÖRGÜTLENME FAALİYETLERİ”. Akademik Hassasiyetler Dergisi 2, sy 3 (2015):
(99-131).
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Yorumlar
Yorum Gönder